Varlýðý, davranýþlarý, þahsiyeti ve emeðiyle bir þehri ziynetlendiren adamlardan biridir o. “Her þey yerli yerinde olmalý” titizliðini bir þahsiyet rüknü haline getirmiþ hâliyle Âkif merhûmun, “Sessiz yaþadým, kim beni nerden bilecektir” mýsrâýyla târif ediverdiði insanlardandýr.
Teklifsiz yazýyordu, sâdeydi, cümlelerinde kelimeleri bir aðaç dalý üzerinde duran yapraklar gibi tabiî ve güzeldi. Okunurken su gibi akýyor, mânâsý ve medlûlü þeker gibi kolayca kana karýþýveriyordu. Anlýyordunuz ki bu adam yazmayý seviyor; “baþkalarý okusun, beðensin, ismim duyulsun, takdir göreyim” diye deðil de bir bahçevanýn çiçeklerini sulayýp ayýklarken, bir ev hanýmýnýn ata yâdigârý pirinç tepsisini oðuþtururak parlatýrken, bir sanatkârýn çakýyla yumuþak bir tahta parçasýný yontarken hissettiði cinsten içe dönük bir lezzetle yazýyor…
Zevkle, kolayca ve çabucak okuyuvereceðinizi ümid ettiðim yazýlarýn arkasýndaki dekorda zâhiren bir Ortaanadolu þehrinin artýk tarih olmuþ ince ayrýntýlarý duruyor zannýyla yetinmek eksik kalýr; bu yazýlarýn ardýnda duran ana fikir, herc ü merc olmaya bir an kala þehirlerimize mânâ ve derinlik veren müþterek kültürün silinmeye yüz tutmaþ ama hâlâ okunaklý fotoðrafýdýr; bugün yeniden inþâya çalýþýrken zorlandýðýmýz, gâhi zaman ümid kesip, “belki torunlarýmýzýn torunu görür” diye kahýrlandýðýmýz bir birikimden bahsetmektedir yazar. Þehirler “tâþ ü toprak âresinde” yýkýlýp yeniden biçimlenirken, unutulmasýn diye kitabýn sayfalarý arasýna sýkýþtýrdýðýmýz bir ayraç kâðýdýdýr bu kitap.