1698 yýlýnda, Ýstanbul’daki Fransa sefiri Charles de Ferriol bir konakta gördüðü küçük Çerkez kýzýný satýn alýp yetiþtirmek üzere Paris’e getirir. Güzel ve ince ruhlu bir kýz olan Ayþe, Naiplik Dönemi Fransasýnýn serbest fikirli ve gevþek ahlaklý yüksek sosyetesi tarafýndan benimsenir; Fontenelle, Rousseau, Voltaire gibi büyük fikir ve edebiyat adamlarýyla, Madam de Parabère, Madam du Deffand, Madam de Tencin, Duras Düflesi gibi döneme damgalarýný vuran entelektüel saray ve salon kadýnlarýyla tanýþýp dostluklar kurar; balo ve tiyatrolarda, en saygýn salonlarda yýldýz gibi parlar; kýskançlýk ve entrikalara konu olur.
“Çerkez ellerinden gelen bir peri” olarak tanýnan Ayþe, yabancý diyarlardan gelmiþ bir kadýn olarak Batýlýlarýn Doðu’ya ait fantazilerinin simgesi haline gelir. Onu cariyesi yapmak üzere satýn alan vasisisin bu “hakký”ný yürürlüðe koyma isteði ve þövalye d’Aydie’ye duyduðu aþk arasýnda kalan Ayþe, zengin ve duyarlý bir iç dünyaya sahip olmasýna raðmen, devrin kadýna biçtiði konumun mahkûmu olur.
Dönemin yazýlý belgelerine ve bizzat Ayþe’nin mektuplarýna dayanýlarak öyküleþtirilen Matmazel Ayþe, Aydýnlanma Dönemi’nin, tarih kitaplarýnda genellikle gündeme gelmeyen “içeriden” tablosunu vermekte; o sýralarda yoðun iliþkiye girmiþ olan Osmanlý ve Fransýz kültürlerinin karþýlaþtýrýlmasýna olanak saðlamaktadýr.