Hepimizin içinde ara sýra sebebini bilemediðimiz bir ‘Bursa’nýn daveti’ çýnlar. ‘Kalkýp Bursa’ya gitsem, onun diriltici çeþmesinden kana kana içsem ve yenilensem’ deriz sýkýntýlý anlarýmýzda. Aslýnda hatýrlanmasý bile baþlý baþýna bir kurtuluþ reçetesi olarak boy veren boþluðunu hissettiðimiz bir þehirdir o. Daha doðrusu, içimizdeki þehir hasretinin belli baþlý parçalarýnýn yeryüzüne hünerle nakþedilmiþ bir suretidir Bursa’da aradýðýmýz. Kendi yüzümüzdür. Kaybettiðimiz yüz…
Aslýnda Abdülaziz döneminden itibaren Osmanlýlar da bu ‘kayýp yüzü’ aramýþlar ve onu Bursa’da bulmuþlardý. Bursa onlar için Osmanlý kudretinin sýrrýný muhafaza eden bir ‘kara kutu’ydu; kuruluþ devrinin saflýðýný, enerjisini, heyecan ve coþkusunu kubbe ve minarelerine içirmiþ bir ‘iç deniz’ gibiydi o.
Bu kaynaða ulaþmak ve onun diriltici atmosferinde yýkanmak, 1,5 asýrdýr rüyamýz olmuþ. Bu “rüya” devam ediyor olmalý ki, içinde Bursa fokurdayan nesiller onda hâlâ bir þeyler (ne acaba?) bulmak için bir sabah uyanýp ‘Ben Bursa’ya gitmeliyim’ diyebiliyorlar. Bursa, tarihte mühürlediði mektuplarý onlarýn önüne açacakmýþ gibi bir tutku ile gidiyorlar. Çanakkale gibi týpký…
Mustafa Armaðan da Bursa’nýn cazip davetine koþanlardan biri. Onun için Bursa, tüketilecek ve eskitilecek turistik bir gezi objesi olmaktan fersahlarca uzakta gülümseyen keþfedilmeyi bekleyen bir kýta. Bursa’yý ‘Osmanlýlarýn ilk baþkenti’ olarak deðil, ‘Osmanlý’yý kuran þehir’ olarak dünyamýza dikmeye çabalamasý bu yüzden. Osmanlý’nýn 3 kýtada çýnlayan görkeminin sýrlarý, Bursa’nýn önüne diktiðimiz asýrlýk surlarýn arkasýnda, bizi sabýrla bekliyor diyor yazar ve ekliyor: Osmanlý’ya bir de Osmanlý’yý kuran þehrin penceresinden bakýn!